top of page

Sinoplu Diyojen (Dioenes) Hayatı ve Eserleri




Felsefe tarihinde Sinop'lu Diogenes veya Kynik Diogenes olarak tanınan ve ülkemizde kısaca Diyojen olarak bilinen Antikçağ filozofu, M.O. 412'de (veya 404'te) o zamanlar bir Yunan kolonisi olan Sinop'ta doğmuştur. Hayatının Sinop'ta geçen erken dönemleri aşağı yukarı ilk yirmi yılı hakkında fazla bir şey bilinmemektedir. Bilinenlerden birisi, onun, Sinop şehir devletinin para basımından sorumlu hazine yetkilisi ve aynı zamanda da bankerlik yapan Hikesios'un oğlu olduğudur. Detayı bilinmemekle ve tartışmaya açık olmakla birlikte bir başka bilinen de, babasının, kendisinin veya her ikisinin, sahte para basma türü bir skandala adlarının karışması ve sonuçta, tam olarak bilinmeyen bir tarihte Diyojen'in Sinop'tan sürülmesi ve Atina'ya göç etmesidir.


Nitekim bir seferinde, sürgün olduğunu yüzüne vuran bir Atina'lıya, Diyojen, "Ama bu sayede filozof oldum, seni alçak !" diye kızarak cevap vermiştir. Başka bir gün sahte para bastığı yüzüne vurulunca, "Bir zamanlar benim de senin gibi olduğum günler oldu; ama sen hiçbir zaman şimdi benim olduğum gibi olamayacaksın." diyerek eski suçunu inkar etmemekle birlikte, artık o günlerin çok gerilerde kaldığını ve kendisini suçlular bir yana sıradan insanların dahi çok üzerine çıkarmayı başardığını gururla ifade etmiştir.

Diyojen, Sinop'tan ayrılıp Atina'ya geldiğinde Kynik felsefe okulunun kurucusu Antisthenes'in derslerine devam etmeye başlar. Bu arada, belki sürgünlüğün ve parasızlığın, belki devam etmeyi tercih ettiği felsefe okulunun öğrettiği hayat felsefesinin etkisiyle, oldukça sade bir hayat sürmeyi ilke edinir. Aynı zamanda içine girip uyuduğu iki katlı bir harmani/aba ile dolaşmaktadır. İçine yiyeceklerini koyduğu bir heybesi, bir de önceleri sadece hastayken kullandığı daha sonra ise yanından hiç ayırmaz olduğu bastonu vardır. Evsiz-barksız olduğu için, o an için uygun bulduğu yerde kahvaltısını etmekte, istediği yerlerde konuşma yapmakta, tapınakların veya resmi binaların sundurmaları gibi yerlerde uyumaktadır. Aslında bir ara küçük bir evi olsun diye ister, ama bu dileğini belirttiği kişi işi ağırdan alınca o da devlet arşivi olarak da kullanılan bir tapınağın yanında bulunan bir fıçıya ev diye yerleşir.


Sokaklarda evsiz-barksız ve yoksul bir hayat sürmesine rağmen, öteki insanların varlıkları, güçleri veya ünleri karşısında hiçbir zaman komplekse kapılmaz; aksine insanların çoğuna genellikle tepeden bakar. Kaptanları, hekimleri ve filozofları gördüğü zaman, insanı canlıların en akıllısı saydığını; buna karşın, ünüyle ve servetiyle şişinenleri gördüğünde insandan daha boş bir şey olmadığını düşündüğünü söyler. Mesela, bir gün ciddi bir konudan söz ederken kimse dinlemek için yanaşmayınca, kuş gibi ötmeye başlar. İnsanlar çevresine toplanınca da, "Maskaralık olunca geliyorsunuz, ciddi konulardan ise kaçıyorsunuz." diye onları kınamak zorunda kalır.3 Bu gibi çeşitli zaaflarından ve dünyaya düşkünlüklerinden dolayı Atinalıları bir hayli kınıyor olmasına rağmen yine de onların sevgisini kazanmayı başarmış biridir. Nitekim delikanlının biri onun ev olarak kullandığı fıçısını kırınca, Atina'lılar bundan dolayı o delikanlıyı döverler. Diyojen'e de başka bir fıçı verirler.


Atina'da bu şekilde uzun bir süre yaşayan Diyojen, bir ara deniz yoluyla Aigina'ya giderken korsanlarca yakalanıp Girit'e götürülür ve orada köle olarak satılır. Kseniades isimli biri onu satın alır, Korinthos'a götürüp çocuklarına öğretmen yapar ve evin bütün yönetimini de ona bırakır.


Yakalanıp köle olarak satılırken elinden ne iş geldiği sorulduğunda, "insanları yönetmek" karşılığını vermiş; satıcıya, "Sor bakalım, kendisine bir efendi satın almak isteyen var mı?" diye de eklemiş. Hakikaten, kendisini köle olarak satın alan Kseniades'in çocuklarına döneminin temel bilgilerini öğretmekle kalmamış, bunların ardından ata binmeyi, ok atmayı, sapan kullanmayı ve mızrak fırlatmayı da öğretmiş. Yetiştirdiği çocuklar, ozanların, düzyazı yazarlarının ve Diyojen'in kendi eserlerinin birçoğunu ezbere biliyorlarmış. Evde onlara az yiyip su içerek sağlıklı beslenmelerini öğütlüyor, süslü giyinmelerine izin vermiyor, yolda önlerine bakarak yürümelerini söylüyormuş. Çocuklar da onunla ilgileniyor; bazen ana babalarından onun için ricada bulunuyorlarmış. Kseniades de onun evi çekip çevirmesinden ve çocuklar üzerindeki etkisinden çok memnunmuş ve herkese, "Evime iyi kalpli bir cin girdi." deyip dururmuş. Nitekim o, Laertios'taki bir rivayete göre, Kseniades'in yanında yaşlanmış, M .Ö. 323'te 9 0 yaşlarında Korinthos'da öldükten sonra da Kseniades'in çocuklarıtarafından gömülmüş.


Bazıları onun hiçbir eseri olmadığını söyler; bazıları ise aksine onun, Erdem Üzerine, İyi Üzerine, Aşka Dair, Ahlak Sanatı ve benzeri başlıkları olan 1 2-13 dolayında konuşma kitabı, 7 tane tragedyası ve bazı mektupları olduğunu, dolayısıyla toplamda 20'ye yakın eseri olduğunu belirtir. 6 Ama Mermi Uygur'un dediği gibi, bugün bunlarla ilgili doğrudan "tek satır bile yok elimizde


DÜŞÜNCESİNİN KAYNAKLARI VE ETKİLENDİGİ DÜŞÜNÜRLER


Diogenes, en fazla hocası Atina'lı Antisthenes'ten (M.Ö. 444-368) ve dolaylı olarak da hocasının hocası olan Sokrates'ten (M.Ö. 469-399) etkilenmiştir. Bunların yanında hocasının Sokrates'ten önceki hocası olan Sofist Gorgias (yaklaşık 483-3 75) gibi sofistlerin de az çok dolaylı etkisinden söz edilebilir.

Sokrates etkisi, Platon'un sözünden de anlaşılmaktadır. "Diogenes sence nasıl biri?" diye sorulunca, Platon, "Sokrates'in delirmiş hali" diye karşılık vermişti. 8 Çünkü felsefe anlayışı ve hayat biçimi Sokrates'e benziyordu. O da felsefeyi, evren hakkında olabildiğince bilimsel bilgi veya kurgusal düşünce sahibi olmak şeklinde değil, elden geldiğince bilgeleşmek ve bilgece, erdemlice bir hayat sürmek olarak anlıyordu. Diyojen Atina'ya vardığında orada Platon'unki de dahil birden çok Sokratik okul vardı. Diyojen bunlar arasından Kynikler okulunun kurucusu Antisthenes'i kendisine hoca olarak seçti. Anthistenes başlangıçta ona pek yüz vermek istememiş ve hatta yanından kovmaya çalışmışsa da Diyojen'in kararlılığı ve ısrarlı sözleri onu yumuşatmış, Diyojen de bu okulun en ünlü öğrencisi olmayı başarmıştır.


DÜŞÜNCE SİSTEMİ


Diyojen, yaşadığı çağlarda bol bol örnekleri bulunan türden bir felsefe okulu kurup öğrencilerine bir takım öğretiler aktarmamıştır. O, okuldaki öğrencilerden çok toplumun geneline, soyut öğretilerden çok hayattaki örnekliğe yönelmiştir. Yalnızca gençleri değil, bütün toplumu eğitmeye önem vermiş, bunu da kendi hayatını örnek diye sunarak gerçekleştirmeye çalışmıştır.9 Felsefeden kendi gördüğü yararı da, hayatına olan etkisi ile açıklamıştır. Felsefenin ne yararını gördüğü sorulduğunda, "Her şey bir yana, talihin bütün cilvelerine karşı hazırlıklı olmayı öğrendim."10 demiştir. Felsefe, onun için, olabildiğince çok bilgi biriktirmek değil, elden geldiğince üstün bir bilge insan olabilmektir. Felsefeyi daha ziyade bilgi ile özdeş gördüğü için, Diyojen'e, "Hiçbir şey bilmeden filozofluk yapıyorsun." diyen birine o, "Bilgeliği benimsemek de felsefedir. " diye cevap vermiştir.

Diyojen ve onun gibi düşünenler için filozof, çok şey bilen insandan çok daha fazla bir şeydir. Bu anlayışa göre, "Filozof, doğru bildiği doğrultuda yürürken, doğru bildiğinden şaşmayan bir akıl ve irade insanıdır. Filozof, herkesin yaptığını yapmayan; birbirinin gözüne batmamak kaygısıyla, herkesin ödün vere vere davrandığı gibi davranmayan insandır. Filozof, çevreye uyacağım diye kendi özüne ikiyüzlülük etmeyen; kendini, çevresini sorgulamakla yükümlü [gören] insandır; bu yükümlülüğü kendisine kendisi buyurmuştur. Böylece, bu dıştan bir buyruk değil, içten fışkıran bir isteyiştir. Filozofun çağrısı, töresel-çevresel alışkanlıkların öze söz geçirmesine göz yummamaktır. Filozof olanca uyanık varlığıyla kendi kendisinin efendisi olmak zorundadır." Tıpkı, bazen ağır bedeller ödemek zorunda kalsa, itilip kakılsa da, sadece sözüyle değil, eylemiyle ve yalın hayatıyla da felsefesini gerçekleştirip örneklendiren Diyojen gibi.12 Onun düşünce sistemi, öğretilerde ve sözlerde değil, bizzat kendi hayatının içinde ise onun felsefe anlayışını görmek için daha ziyade hayatından kesitlere ve karşılaştığı olaylara gösterdiği tepkilere bakmak gerekmektedir. Onun hayat felsefesinin bazı özellikleri şunlardı.


DOGAL VE AKILLI YAŞAMAK

"GÖLGE ETME BAŞKA İHSAN İSTEMEM!"


Diyojen, belki de Sinop'taki günlerinden itibaren kendisi için çoğu kere ters gittiğine inandığı, "Talihin karşısına gözü pekliği, yasanın karşısına doğayı, tutkunun karşısına da aklı" koyduğunu söylüyordu. 13 Ona göre, işler istediğin gibi gitmediğinde, pes etmeyip, olumsuzluklara karşı cesaretle direnmek ve zorluklara tahammül etmek gerekiyordu. Kendine yetmek ve kendi ayakları üzerinde durmak isteyenin en önce sahip olması gereken erdemlerden biri yiğitlik ve gözü peklikti.

Khaironeia savaşından sonra yakalanıp Philippos'un karşısına götürüldü; kimliği sorulunca, "Senin açgözlülüğünün gözlemcisi" diye karşılık verdi ve bu yanıtıyla hayranlık uyandırdığı için salıverildi. 14 Bu sözleri onun, hem her koşulda doymak bilmez açgözlülüğün eleştirisini yaptığını, hem de her koşulda gözü pekliğini sergilemekten geri durmadığını gösteriyor.


Diyojen, insanların oluşturduğu ve sonra da birbirlerine devlet, yasa ya da kültür yoluyla dayattıkları yapaylıklardan, ikiyüzlülüklerden, lüks ve israf düşkünlüğünden şikayet ediyor, kendisi bunlardan ısrarla kaçınıyor ve bunlar karşısında doğayla iç içeliği ve sade bir doğal hayatı yeğliyordu. Bazılarına göre, gençliğinde para ile ilgili birtakım skandallara adının karışmasının sebebi bile, para ilişkilerini ve bunlarla ilgili yasaları doğal bulmadığı için önemsememesinden kaynaklanmış olabilirdi. Çünkü o, değişken bulduğu farklı ülke yasalarından ve farklı kültürlerden ziyade, değişmez doğa yasalarını önemli ve bağlayıcı buluyordu. Tanrıların insanlara kolay bir hayat biçimi bağışladıklarını, ama insanlar ballı çörek ve benzeri şeylerin peşinde oldukları için, bunun saklı kaldığını, durmadan, bağıra çağıra söylerdi.


İnsanların çoğunluğundan farklı olarak, önemsediği şeylerden biri de tutkularına bağımlı olmamaktı. O, tutkular karşısında da aklını ve iradesini öne çıkarıyor; sıradan arzulara teslim olmaktansa, aşırı arzuları akıl ile dizginlenmiş bir hayat yaşamayı öneriyordu. Çünkü ona göre, " Köleler efendilerine, değersiz insanlar da tutkularına köledir. "16 Bir gün, bir yosmaya ısrarla yalvaran birine, "Elde etmemen senin için daha iyi iken, ne diye elde etmek için çırpınıp duruyorsun, zavallı ?" diye çıkıştı. Bir gün de kadın gibi giyinmiş bir delikanlı görünce, "Kendinle ilgili olarak, doğanın verdiğinden daha kötü bir karar almaya utanmıyor musun? Doğa seni erkek yarattı, ama sen kendini ka dm olmaya zorluyorsun."17 dedi. Ona göre, değerli insanlar, basit dünya malına tamahkarlıktan ve sözde dünya hazlarına tenezzül etmekten uzak durmayı başarabilmiş insanlardır. Kendisi böyle bir hayatı o derece tutarlı bir biçimde sürdürmüş olmalıdır ki, halk kendisine, yaşadıklarından çok daha fazlasını efsanelerde yakıştırmaktan ve yaşatmaktan geri durmamıştır. Onun, Büyük İskender'e söylediği ünlü, "Gölge etme başka ihsan istemem." sözü de bunlardan biridir.


Bu hikayeye göre, Diyojen, Kraneion'da güneşlenirken, İskender başına dikilip, "Dile benden ne dilersen." demiş. O da, "Güneşimi engelleme yeter." diye karşılık vermiştir.18 Diyojen ile Büyük İskender karşılaşmasını dair bu ve benzeri öyküler, bugünkü bilgiler açısından bakıldığında, tarihsel kişilerin yaşamış olduğu gerçek öz gelişim ögeleri değildir. Nermi Uygur'un ifadeleriyle, "Genç yaşta ölen Büyük İskender'den üç yıl sonra doksanında ölmüş olsa bile, İskender Atina'ya ayak basmadığına göre, tarihsel bir gerçeklikten yoksun sözü geçen karşılaşmalar. Gelgelelim, halkın sağduyulu tasarımlama gücü, şaşılacak kültür dersleri çıkarabileceğimiz konumlarda karşı karşıya getirip konuşturuyor önem ve değer verdiklerini"


DÜZGÜN VE DÜRÜST BİR İNSAN OLMAK:

"BİR İNSAN ARIYORUM!"


Diyojen, insanların hendek kazmak ve tekme atmak için yarıştıklarını, ama doğru düzgün bir adam olmak için kimsenin kılını bile kıpırdatmadığını söylüyordu. 20 Dürüst insanları, parayı aşmışlar diye över; zenginlere imrenenleri ise kınardı. Efendilerini, yiyecekleri yutar gibi tıka-basa yemek yerken görüp durmalarına rağmen hiç yiyecek çalmayan kölelere hayranlığını belirtirdi. Gramercilerin, Odysseus'un kusurlarını araştırmalarına, ama kendi kusurlarını görmemelerine; hele müzisyenlerin lirin tellerini akort edip kendi ruhlarının eğilimlerini uyumsuz bırakmalarına şaşıp kalıyordu. Benzer şekilde, matematikçilerin, güneşe ve aya bakıp, ayaklarının altını görememelerine; hatiplerin, doğruları söylemeye özen gösterip, kendileri doğru davranmamalarına hayret ettiğini söylerdi. Benzer şekilde, insanların tencere tava satın alırken kenarlarına vurup sesini dinlemelerine, ama bir işe bir insan alırken veya bir insanı dost seçerken, karşıdan bakmakla yetinmelerine şaşıyordu. İnsan dostlarına avucunu kapamamalı, elini açık uzatmalı derdi.


Yeterince iyi bulmadığı döneminin insanlarının çoğunu acımasızca eleştirirdi. Fakat bu acımasızlığın veya aşırılığın kendisi de farkındaydı ve bunu onları incitmek veya küçümsemek için değil, didaktik amaçlarla yaptığını belirtmeye çalışırdı. Nitekim bu hususta koro eğiticilerini örnek aldığını söylüyordu. Bunlar, ötekilerin doğru tonu yakalaması için yarım ton yukarıdan ses verdikleri gibi, o da bir insanların doğru insanlık düzeyini yakalayabilmeleri için bir miktar yukarıdan eleştiriyordu. Aşağıdaki davranışları bu düşüncenin eseri olsa gerektir.


Bir gün "Hey insanlar! " diye bağırmış; insanlar toplanmaya başlayınca, "İnsanları çağırdım pislikleri değil." diyerek bastonuyla onları kovmuş. Yine bir gün, "Pythia oyunlarında insanları geçerim." diye övünen birine, "İnsanları ben geçerim, sen ancak köleleri… " demiş. Bir başka gün kendisi hamamdan çıkarken, "İçeride çok insan var mı ?" diye sorana, "Hayır, yok." demiş; "Çok kalabalık var mı?" diye sorana da "Evet, var." demiş. Benzer şekilde bir gün Olympia'dan dönerken; "çok kalabalık var mıydı ?'', diye sorana, "Kalabalık çoktu, ama insan azdı." diye cevap vermiş. Eleştirdiği insanlar arasında tapınak görevlileri dahi vardı. Bir gün tapınak görevlilerinin tapınaktan kupa çalmış bir bekçiyi götürdüklerini görünce, "Büyük hırsızlar küçük hırsızı götürüyorlar." demiş.


Bu tür eleştirilerinin en orijinali, en muhteşemi, en unutulmayanı ve belki bundan sonra da hiç unutulmayacak olanı, hiç şüphesiz elinde fenerle yaptığıdır. Gündüz vakti eline bir fener alıp "İnsan arıyorum." diye dolaşıyordu. Bu olay, filozof hayatlarının en ünlü söylencelerinden biridir kuşkusuz. Diyojen'in, "Hani şu eline feneri aldığı gibi, çarşının pazarın en kalabalık olduğu gün ortası saatte, kendi kendine söylene söylene oradan oraya gidip gelmesi. Ne yaptığını soranlara yanıtını işitmeyen var mı: 'Bir insan arıyorum!' Sırtında aba, elinde fener, saç-baş karmakarışık, karış karış her yanı gözden geçiren kim böyle? Binyıllar boyunca nice kuşakların aklını gönlünü allak-bullak eden bir eleştirici… bin yıllardır. Sessiz sözsüz ama gerçekten de bu ne eleştiri böyle. Yeter ki gözü kulağı, aklı gönlü bozulmuş olmasın insanın".


BİLGE VE TANRI DOSTU OLMAK:

"BİLGELER TANRI'NIN DOSTUDUR"


Diyojen "şöyle mantık yürütürdü: her şey tanrılardandır; bilgeler tanrının dostudur; dostların malı ortaktır; o halde her şey bilgelerindir. " Eczacı Lysias onun tanrılara inanıp inanmadığını sorunca, "Nasıl inanmam" dedi, "tanrıların sana düşman olduğunu gördükten sonra? ". Bir gün bir kadını oldukça uygunsuz bir biçimde diz çökmüş, tanrılara yalvarırken görünce, yanına yaklaşıp, "Arkanda bir tanrı durmuş olsa -çünkü her yer onlarla doludur- yakışıksız bir tavır sergilemekten hiç çekinmiyor musun, hanım?" der.

Birileri çocuk sahibi olmak için tanrılara kurban keserken, "Nasıl bir çocuk olacağı konusunda kurban kesmeyecek misiniz?" diye sordu.


Doğal ve sade bir hayattan yana olmakla birlikte, tapınak adabına riayette ve temizliğe titizlikte duyarlıydı. Bir gün "Tapınakta yemek yerken, sofraya pis ekmek getirilince, tapınağa pislik giremez diyerek hepsini, kaldırdığı gibi attı." Daha önce de geçtiği üzere, tanrıların insanlara kolay bir hayat biçimi bağışladıklarını, ama insanlar ballı çörek, koku ve benzeri şeylerin peşinde oldukları için, bunun saklı kaldığını, durmadan, bağıra çağıra söylerdi. Ona göre, erdemli insanlar, tanrıların yeryüzündeki imgesi idiler.


ÖZGÜNLÜGÜ VE ETKİLERİ


Diyojen'in, bilhassa Kynik felsefesini hayata geçirme biçimi ve insanlara yönelik erdem ve bilgelik eksenli uyarıları, elbette Sokrates ve Antisthenes gibi öncülerin etkilerini taşıyorsa da, esas itibarıyla hem özgündür hem de fazlasıyla etkili olmuştur. Diogenes Laerttios, çok meşhur olmasalar da Diyojen'in çeşitli kitaplar da yazmış olan birçok öğrencilerinden bahseder. Bunlar arasında Sinop'lu Hegesias ve Sinop'lu Menippos gibi Sinop'lular da, Hipparkhia gibi bayanlar da vardır.

Bunların hepsi, sadece bir hayat biçimini Diyojen'e öykünerek sürdürmezler; aynı zamanda topluca ileri sürdükleri ortak görüşleri ile gerçek bir felsefe okulu oluştururlar. Bilindiği gibi, Diyojen ve öğrencileri topluca Kynikler okulu olarak anılır. Bunlar, geometri, mantık, fizik ve müzik gibi konuları dışlarlar; salt ahlak konusuna yönelmeyi öngörürler. Onlara göre nihai amaç, erdem yolunda yaşamaktır. Onlar bu tür görüşleriyle Stoacılar üzerinde de etkili olmuşlardır. Onlara göre, yalın bir hayat sürmeli, sadece yeteri kadar yemeli; zenginlik, ün ve soyluluk gibi şeyleri ise küçümsemelidir. Bazıları sadece bitkisel şeyler yer ve su içerler. "Hiçbir şeye gereksinim duymamak tanrılara özgüdür, çok az şey istemek de tanrı benzerlerine özgüdür." diyen Diyojen gibi, rastgele barınaklarda ve fıçılarda kalırlar. Onlara göre, en önemli iki amaç, erdem ve bilgeliktir. Her ikisi de, öğretilebilir, öğrenilebilir ve gayretle elde edilebilir değerlerdir.

Diyojen'in hayatı ve bazı sözlerinin etkisi günümüze kadar sürmüş ve böylece yurttaşlarının, mezarı başına tunçtan bir heykel yaptıktan sonra onun gelecek insanlar üzerine etkisine dair inançlarını belirttikleri şu yazıyı da doğrulamıştır:

"Zamanla tunç da eskir, ama senin şanın sonsuza kadar bozulmadan kalacak, Diogenes: çünkü kendine yeterek yaşamayı ölümlülere bir tek sen öğrettin ve kolay yaşama yolunu gösterdin. "

Diyojen'in etkisini çağdaş Türk felsefesinde bugün de görmek mümkündür. Nermi Uygur, son dönemde Diyojen'e sevgi ve hayranlığını en açıkça belirtenlerden biridir. O, Diyojen ve benzeri Kyniklere, "Sinoplugiller" der ve kendini onlardan biri sayar: "Sinoplugilleri kendimden, kendimi Sinoplugillerden sayıyorum." Onun Sinoplugiller dediği insanlar Kynikler genellemesini de aşan geleneksel bir listeye ve ortak birtakım çizgilere sahiptir. Ona göre, "Sinoplugilleri Sinoplugil kılan vazgeçilmez çizgiler" özetle şunlardır: Doğaya yahut doğala aykırı olana karşı çıkma, doğaya ayak uydurmada son derece kararlı olma, mal-mülk, şöhret gibi şeylerle özgürlüğü değişmeme, çıkarına aykırı olsa da dürüstlükten vazgeçmeme, güzel isteklerini kendi hayatıyla örneklendirme, dünya vatandaşlığı gibi pozitif kavramlarla yıkıcı değil yapıcı eleştiriye yönelme, en çok da kendi kendisinin efendisi olmaya değer verme.


DEGERLENDİRME


Diyojen'in hayatı, Sinop'taki gençlik yılları ve sonrasındaki yetişkinlik-yaşlılık dönemi olarak ikiye ayrılabilir gözüküyor. Sinop'taki para skandalı ve sürgün olayı günümüzde de farklı yorumlara açıksa da, bize göre, belki de Diyojen'in daha sonraki sıra dışı hayatı, İslam düşüncesindeki şu bilindik söz çerçevesinde anlaşılabilir: "Haddini aşan zıddına döner." Diyojen, belki Sinop'taki hayatında muhtemelen banker babasının da etkisiyle aşırı bolluk içinde ve paraya da düşkün bir hayat yaşadı; ancak bedelini genç yaşta ülkesinden sürülerek ağır bir biçimde ödeyince, belki de, "Bir musibet bin nasihatten evladır." ilkesinin pişmanlık duyuran etkisiyle paragözlüğün ve dünya-perestliğin yanlışlığı konusunda çok net bir kanaat sahibi oldu. Bu ruh haliyle gitmiş olabileceği Atina'daki çeşitli felsefe okulları arasında kendi yeni anlayışına en uygun filozof olarak doğal ve sade bir hayat yaşamayı öğütleyen Antisthenes'i gördü ve ömrünün sonuna kadar istikrarlı bir biçimde o yolda ilerledi. Bu haliyle Diyojen'in hayatı, önceki aykırı hayatlarından şiddetli bir pişmanlıkla tövbe edip zühd hayatına yönelen zahidlerin hayat biçimini hatırlatıyor. Diyojen zahidane hayatın sadece tasavvuf ve mistisizm içinde değil, felsefe ve bilgelik içinde de var olduğunun ve başarılı bir şekilde sürdürülebildiğinin örneklerinden biri olsa gerek.


Diyojen, felsefe tarihinin fikir ve düşünce özgünlüğü açısından en özgünlerinden biri değilse bile, yaşayış biçimi ve felsefesini hayatıyla örneklendirme açısından ender bulunanlardan biridir. Binlerce yıldır, farklı uygarlıklara ait insanların genç yaşlarında bile bildikleri ve hayatları boyunca unutmadıkları birkaç felsefi özdeyiş varsa, bunlardan biri mutlaka Diyojen'e aittir. Gençliğinde bazen yerli yersiz bir bilgiçlik ve gururlu bir kendine güvenle, birine "Gölge etme başka ihsan istemem!" demeyen; yaşı biraz ilerledikten ve hele orta yaşı geçtikten sonra eline bir fener alıp sokak sokak dolaşma cesareti gösteremese de zaman zaman "Bir adam arıyorum!" diye insanlar arasında dolaşmak, hatta avazı çıktığı kadar bağırmak istemeyen kaç kişi vardır? Ya da felsefeciler arasında, daha sonraları sadece birkaç kütüphanenin tozlu rafını süsleyecek onlarca cilt kitap yazmaktansa, "Gölge etme yeter." ve "Bir insan arıyorum." cümleleri gibi insanlığa mal olmuş iki kısa ama çok değerli cümle bırakmış olmayı yeğlemeyecek kaç kişi vardır?

Alimler ve mutasavvıflar yanında Diyojen gibi filozoflar ve bilgelerin de, tutkularının ve güç sahiplerinin kölesi olma pahasına sözde haz içinde bir hayat sürmek yerine, sade ve onurlu bir hayatı tercih etmeleri, tamahkarlıktan ve tenezzülden nefret etmeleri, bağımsız ve bilgece bir hayatı hiçbir şeye değişmeyip örneklendirmeleri her zaman takdir edilmesi gereken bir husus olsa gerektir. Dünya yurttaşlarının yer altı ve yer üstü kaynaklarını kendi kişisel ve ulusal çıkarları uğruna sömürmek için savaşmakta ve zulümde Büyük İskender'i kat be kat geride bıraktıktan sonra göstermelik yardımlar ve lütuflarda bulunan çağdaş İskenderler'e "GÖLGE ETME YETER!" diyecek bir Dijojen'e ve onun, insanın en kutsal değerlerinin bile bir fiyatının olduğu günümüz tüketim toplumunda her şeyi kendisine sağladığı fayda açısından değerlendiren insanların akıllı insan sayıldığı çağdaş uygarlığın en etkili meclislerinde, en kalabalık ve en güçlü medyalarında, bugün de dün olduğundan çok daha gür, çok daha tutkulu ve çok daha haklı bir biçimde aynı cümleyle haykırmasına büyük bir ihtiyaç var değil mi: "BİR İNSAN ARIYORUM! BİR İNSAN ARIYORUM! BİR İNSAN ARIYORUM! "

Cafer Sadık Yaran (Doğudan Bayıta Düşüncenin Serüveni - Cilt 2)

120 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page